Çarşamba, Haziran 27, 2007

Osmanlı Okçuluğunda Disiplin,Hiyerarşi ve Spor Ahlakı Prensibi

Atıcılar Kanunu ( Kanunnâme-i rımat) yapılmadan önce, atıcıların kendilerine özel töre ve kuralları bulunuyordu. Her türlü atışlar, yarışmalar, yemek yeme, tekkede oturma sırası, kabza alma, konuşma, selâmlaşma bu töre ve kurallara uyularak yapılıyordu. Ancak yazılı bir kanunları yoktu. Buna rağmen yüzyıllardan beri uygulana gelen adet-i kadimeler kanun diye adlandırılmıştı. Atıcılar arasındaki anlaşmazlıklar yine atıcılar arasından yetişmiş saygı değer bilgili kişilerce çözülebiliyordu. Atıcılar arasındaki anlaşmazlıkları padişah da kadılar da törelere ve adet-i kadimelere saygılı oldukları için, çözmeye yetkili değillerdi. 1640-1682 yılları arasında Ok Meydanı ve Tekkesi yönetimi yaycı ve okçu esnafının eline geçti. Halbuki onların yay ve ok yapmaktan başka atıcılıkla hiçbir bilgileri olmadığı halde, meydanda kabza verme, taş dikme, menzil ve puta yarışmaları hep onların izniyle yapılır olmuştu. Atıcılığın ehli olmadıkları halde kendi yandaşlarını meydan ihtiyarı yaptılar.

Ok ve yaycı esnafı Kemankeş Mustafa'nın yakındığı ve açıklandığı gibi rüşvetle taş diktirmeğe kadar varan usulsüzlükler yapmaktan çekinmediler. Atıcılar bu durumun düzeltilmesi için devlet büyüklerine müracaat ederek, bir çare bulunmasını istediler. Bunun üzerine,Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, senelerden beri süre gelen atıcı-yaycı ve okçu anlaşmazlığına bir son vermek ve atıcıları, yaycılarla okçuların elinden kurtarmaya karar verdi. Bunun için bir kanun yapılmasını İstanbul Efendisi (Kadısı) ile Yeniçeri Ağası Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa'dan istedi. O yılın (1682) Ağustos ayında, bizzat atıcılık yapmış 40 kişilik bir kurul (şûra) toplanarak, "Atıcılar kanunu""kanunname-i rımat"ı hazırladı. 1682 yılında Atıcılar kanunu yapıldıktan sonra da çoğu töre ve kurallar değişmedi. Çünkü, Atıcılar Kanunu özellikle yaycı ve okçu esnafını meydandan uzaklaştırmak amacıyla yapıldığı için, meydanın ve tekkenin içindeki davranışları kapsıyordu. Osmanlı Devleti'nin bütün ok meydanlarında, bu yasa uygulanıyor, yasaya aykırı hareket edenlerin menzilleri kabul edilmiyordu. Bu yasadan sonra atıcılığa yararlı olacak bir kural (âdet-i müstahsen) olur ve Sicil Defteri'nde ismi yazılı bütün atıcı pehlivanlar ile Meydan ihtiyarları tarafından uygun görülürse onların da bu kitaba eklenmesi kararlaştırılır.

Atıcı pehlivan atış yapacağı yere vardığı zaman, kendisinden eski pehlivan da bulunuyorsa ondan evvel atmayıp eskililiğe/tecrübeliliğe/kıdemliliğe saygı gösterilirdi. Bir atıcı ok atarken arkasından diğer bir pehlivan (başka Ayak yeri'nden) ok atmazdı.

Atıcılar, menzil sahibi olan (taş dikmiş) veya Müstehak-ı menzil bulunan (900 geze ok atmış ama Menzil taşı dikememiş) atıcıların bilgilisi ve yaşlısı içinden seçilmiş şeyhü'l Meydan ve diğer ihtiyarlara her zaman saygılı olmak ve onların yapacağı tören (Ayin) ve adetlere uyarlardı.

Ok Meydanı'nda "meydan âdâbı"na (usûl, töre ve davranışlar) herkesin titizlikle uyması gerekirdi. Fütüvvete mugayyir bir hâl bulunana "Yolsuz" denir. Yolsuz'un şer', kanun ve fütüvvet yolu ile edeplenmesi gerekir. Fütüvvet ten düşüren amellere yer verilmezdi. Yolsuzluk ve saygısızlık yapan kimseler, "Bizimle oturma!" denilerek azarlanır ve pişman olup özür dileyinceye kadar meydana alınmazlardı. Okçuluk geleneğindeki bu durum fütüvette de vardı.

Ok Meydanı'nda sözü dinlenmesi, saygıda kusur edilmemesi gereken kişiler bütün meydan ihtiyarları ve üstatlar "vâcibü'r riâye-i meydan" unvanıyla anılırdı. Rikâb-ı Hümâyun Atıcıbaşısı ile okçubaşısı da böyle kimselerdi.

Menzil atılacağı zaman, meydan ihtiyarlarından izin alındıktan sonra menzil atılır ve bir menzilin Ayak-yeri'nde durup idman (meşk) için ok atılmazdı(13, s. 436).

Ok meydanlarının kurulmasıyla okçuluk düzenli bir örgüte ve kesin kaidelere bağlanmıştır. Ok meydanları bir vakfa bağlı oluşu, seçimle iş başına gelen yönetici kadroları, iç tüzüğü ve sicile kayıtlı çok sayıda üyesi ile modern birer spor kurumudur. Bu bakımdan, dünya spor tarihinde ilk spor kuruluşları olarak karşımıza çıkarlar. İlk bakışta sadece bir eğlence ve merak gibi görünen ok atışlarında, aslında belli töre ve prensiplere sıkıca bağlılıktan doğan ciddî ve disiplinli bir hava hâkimdir. Bunda İslâmî inançların da büyük rolü olmuştur. Meydanın mescit kadar kutsal sayılması, meydana abdestsiz veya içkili olarak girilmemesi, örgüt reisinin şeyh diye anılması, ok ve yay ‘a kutsal birer eşya diye bakılması ve atışların duâ ile başlatılıp sürdürülmesi bunu göstermektedir.

Kemankeşlerin/atıcıların yalnız iyi birer atıcı olması yetmezdi. Aralarında her türlü rekabetin üstünde, saygı ve sevgiye dayanan bir dostluk ve kardeşlik havasının esmesine de dikkat edilirdi. İhtiyarlara, kıdemli atıcılara ve üstâda saygı göstermek sözlerinden çıkmamak şarttı. Atışta hileye sapanlara, yolsuzluk ve serkeşlik edenlere fazla müsamaha gösterilmez, “Bizimle oturma!” denilerek örgütten, çıkartılırdı. Risâlelerde, ünlü okçuların biyografileri verilirken, yalnız atıcılık gücü değil, nasıl bir kişi olduğu da belirtilir. Çoğu için Sâlih , ehl-i imân, ruhu pâk ve tarafeyni ma’mûr gibi sıfatlar kullanılmıştır.

Meydan odasında yapılan sohbet toplantılarının gençlerin görgü ve bilgisini arttırmak, onları saygılı, disiplinli, yardım sever kişiler kılmak gibi eğitimsel bir fonksiyonu vardı. İhtiyar ve tecrübeli kemankeşler okçuluk anılarını anlatırlar; bunlardan ibret verici sonuçlar ve öğütler çıkartılır, gelenek ve törelerin devamı sağlanırdı .

Yemek ve sohbet toplantılarında kıdem sırasına titizlikle uyulduğu hâlde, meydanda ve atışlarda meslek ve rütbenin önemsenmediği bir eşitlik ortamı bulunuyordu. Atışlara her meslekten insanın sosyal durumu ne olursa olsun katılabilmesi, zengin ve nüfuzlu kişilere ayrıcalık tanınmaması bunu göstermektedir. Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın Ok Meydanı’na her gelişinde: “Vezirliğim orada kaldı, şimdi aranızdan herhangi bir kişiyim, bana öyle muamele edin” demesi, meydanın töresini bilen bir kemankeş olmasındandı. Okçuluk risâlelerinde “Burası er meydanıdır. Burada şah ü gedâ birdir” sözü ile bu eşitlik inancı sık sık dile getirilerek anılır .
Padişah, zengin, fakir, büyük ve küçük ayırımı yapılmadan herkes burada belirtilen kurallara uymaya, ihtiyarların yönetimine, atıcıların örf ve adetlerine ve Kanuna (Deb-i dirin-i tirendazana) uymaya mecburdur. 18.-19.Yüzyıllarda, Ok Meydanı’na daha çok saraya mensup kişilerin rağbet etmesi bu eşitlik töresini zedelemiştir. Toplumsal sınıfların birbirinden kesinlikle ayrıldığı bir devlet yönetiminde, bu ayrıca dikkat çekicidir.

Ok Meydanının Yönetimi ve Sorumlulukları :
Ok Meydanı’nın yönetiminden birinci derecede sorumlu olan en yetkili kişi Meydan Şeyhi’dir. Ok Meydanı’nı yönetir ve o meydanın reisidir (Reis-i Tîrendâzan). Burası aslında kemankeşlerin sohbet ettikleri, yemek yedikleri bir spor kulübüydü. Bu makam için değişik unvânlar da kullanılırdı. Bunlar kısaca şöyledir: Şeyhü’l-Meydan , Şeyhü’r-Ramiyân , Şeyhü’l Rumât ,Şeyhü’l-Kemankeşân, Şeyh ve Reisü’l-Tîrendâzân, Okçular Şeyhi, Atıcılar Şeyhi gibi. Meydan şeyhini kemankeşler kendi aralarında seçerlerdi. Ancak, okçu ve yaycıların bu makamı zorla ele geçirmeleri üzerine, izn-i hümâyunla tâyinler de yapılmıştır Bu sebeple Kâtib Abdullah Efendi Okçular Sicili’nde kendisi için Reis-i Tîrendâzan-ı Rikâb-ı Hümâyûn unvânını kullanır. Bunun nedeni; meydan şeyh’i hatt-ı hümâyûnla atanmaya başlanınca, padişahın hizmetinde olunduğunu belirtmek üzere bu unvan kullanılmasıdır.

Meydan toplantılarında kıdem ve protokol sırası gözetilerek oturtulurdu. Buna “yollu yolunca oturmak” denirdi. Meydan töresince, şeyhten sonra pirler/ihtiyarlar ve menzil sahibi kemankeşler gelirdi. Sohbet ve yemek sırasında bunlar şeyhin sağ yanında otururlardı. Bu bakımdan meydan şeyhlerinin menzil sahibi yaşlı kemankeşler arasından seçilmesi âdetti. Seçimde o kişinin şahsiyeti de dikkate alınıyordu. 19.yüzyıl başlarında menzil sahipleri azaldığından, bu şart aranmaz olmuş, saygı değer ve sözü geçer bir kişi olması yeterli görülmüştür .

Tekke ve meydan, şeyhin başkanlığında bir heyet tarafından yönetilirdi. Şeyhin sağında eskilik sırasına göre; sağdan birinci Şeyhü’l-Menâzil fi’l-Meydân (Menziller Şeyhi, sağdan ikinci, Şeyh-i Mütevelli’i Akça’yı Vakf’ı Nukud denilen vakfın mütevellisi, onun altında Vâcibü’r- Riâye-i Meydan /Menzil Sahibleri denilen ihtiyarlar otururdu. Şeyh bunlardan seçilirdi. Kabza alan kemankeşler(tâlib-i menziller) kıdem sırası (dümende oturmak) ile solda otururlar, menzil alınca, sağda dümene geçerlerdi.

Ok Meydanı’nın Diğer Görevlileri :
Meydan Amiri/Meydan Kadısı/Nâib: Hukukî anlaşmazlıklar konusunda söz sahibi ve Galata Kadısı’nın vekilidir.
Şeyü’l-Menâzil fi’l-Meydan/Menzil Şeyhi: Meydan şeyhinden ayrı bir unvân olup, sadece menzil atışlarıyla ilgilenmektedir.
Meydan Nakîbi/Vekilharç : Meydan Şeyhinin yardımcısı.
Yazıcı-yı Meydan: Ok Meydanı yazıcısı, kâtibi.
Tekke-nişîn: Devamlı Tekke’de kalır; bina ve eşyaların muhafazasından sorumludur. Şeyhin ve mütevellinin yardımcısıdır.
Meydan İmamı ve Hatîbi: Toplu ibadetleri ve atışlar sırasındaki duâları yönetir. Meydan duacıları onun emrindedirler.
Duâcı-yı Meydan: Meydan Duâcısı.
Korucubaşı: Meydanın güvenliğinden birinci derecede sorumlu kıdemli korucu.
Korucular: Yeniçeri Ağası’na bağlı olup, Onun tarafından atanır. Meydanın güvenlik işlerinden sorumludurlar. Yaz kış hergün meydanda bulunur, meydan vakfından para alırlardı.
Rikâb-ı Hümâyûn Atıcıbaşısı/Okçubaşısı: Padişahın hizmetinde olan okçuların başı.
Sicilli Kemankeş/Icâzetli Kemankeş: Gereken şartları yerine getirip, üstadından kabza ve icâzet almış, Okçular Sicili’ne kayıt olunmuş kemankeş.
Havacıbaşı: Meydan havacılarının en kıdemlisi.
Havacıyı Meydan: Meydan Havacısı, Havacı. Havacılar: Şahitlerle birlikte, atış sırasında “hava yeri”nde durarak okun düştüğü yeri ve rekorları, ayak yerinde duranlara bildiren/ haber veren güvenilir kişiler.
Ahçı: Meydan kadrosundandır.
Hizmetkâr: Meydan kadrosundandır.
Meydan Ehli: Meydan toplantılarında ve atışlarda bulunmağa hak kazanmış kişilerdir: Bunlar:Meydan Görevlileri, İhtiyârlar, Kemankeşler, Yaycı ve Okçu Ustaları, Meydan Müdâvimleridir.
Ihtiyârân-ı Meydan/Meydan Uluları/Meydan Ihtiyârları: Okçulukla ilgisini sürdüren yaşlı ve saygıdeğer kemankeşlerdir. Meydan âdabını korumak konusunda söz sahibiydiler.
Meydan piri: Ok Meydanı’nın en yaşlı kişisi. Meydanın pir-i pîşkademi.

RİTÜELLER

Er meydanı, Ok meydanı, Cirit meydanı ve diğer spor meydanları; yiğitliğin, cesaretin, dürüstlüğün, yardımseverliğin, mertliğin ve cömertliğin gösterildiği meydanlardır. Bu açıdan örnek davranışlara sahip sporcular, kin ve nefret duygularından , kötü huylardan uzak ve spor ahlâkının yarışı içerisindedirler.
.
Okçuluktaki /Ritüeller: Yen giymek, Küçük Kabza ve Büyük Kabza Almak
Ok Meydanı’nda bütün törenler gibi, Kabza alma töreni de belli usûllere göre yapılırdı. Kıdeme, merâtib silsilesine göre herkesin yerini almasına çok dikkat edilir, her şeyin yolunca olmasına çalışılırdı.
Okçuların kendi branşlarında yükseldiklerini başkalarına göstermek için, kabza sınavları yapılmaktaydı. Ahîlikte de bir kademden diğerine geçişte küçük bir numunesi mahiyetinde bir merasim yapılmaktadır. Bu merasimde hizmete ait Emanet’in teslimi yapılır. Okçulukta da bir üstatdan Küçük ve Büyük kabza alarak menzil atmamış atıcıya, hiçbir meydanda menzil attırılmazdı. Atıcılıkta kabza almak/icazet almak sadece bir başlangıçtır. Okçunun hayatında bir dönüm noktasıdır. Okçuluğa heves eden, bir süre sıkı çalışan sağlıklı her kişi bunu başarabilirdi. Asıl bundan sonrası, okçulukta rekor kırıp menzil alabilecek seviyeye ulaşmak önemliydi. Yine de, menzil sahibi olmak, kemankeşlikte başarının tek ölçüsü sayılamazdı. Binci, hatta Binyüz cü kemankeşliğe kadar yükseldiği hâlde menzil olamamış pek çok usta okçu vardı.

Küçük Kabza Alma Töreni :

Atıcı olmak isteyen kişi bulunduğu şehirde Atıcılar Tekkesi var ise, tekkeye giderek dileğini meydan ihtiyarlarına bildirip, kendisine bir üstat verilmesini ister. Meydan ihtiyarları o kişinin kötü bir şöhreti olup olmadığını araştırıp, ahlâken atıcılığa lâyık görürlerse, menzil alıp sicile yazılmış usta atıcılardan birini ona üstat olarak verir. Eğer o şehirde yalnız ok meydanı varsa, meydana bakmakla görevlendirilmiş ihtiyarlara bu dileğini bildirir veya üstat bir kemankeşle kendisi anlaşarak ona şakirt olur.
Bu şekilde bir üstat kemankeşe şakirt olan kişiye, üstadı şu şekilde kabza verir: Şakirt (çırak) üstadının önünde diz çökerek durur. Üstadı sol eliyle bir yayı kabzası altından tutarak şu konuşmayı yapar: “-Bismillâh ve âli berekâtü Resûlu’llâh. Kabza Cebrâil Aleyhi’s-selâm hu süphane ve Taliâlinin emr-i şerifleriyle cennetten çıkıp ibtida oku Peygamber Aleyhi’s-selâm’a getirdi. Sonra Hazret-i Sultan Enbiya-ı Sallâ’llahu ve sellem’in izn-i , şerifiyle Sa’d bin Ebû Vakkas raziyallâhü anh pir’imiz olub kabzayı eshâb-ı güzine verildi. Ondan biribirlerine emanet edilerek üstadım bana verdi. Ben de emaneti sana teslim eyledim. Fi sebilillâh niyet edüp ok at gaza ile ve talib olan kabza aşıkına bu minval üzere hayır ve dua ile teslim eyle” diyerek kabzayı sol eliyle şakirdinin sol eline teslim eder ve sağ elindeki bir oku veya gezi şakirdin sağ eline verip usulünce çektirerek kabza almış olunur. O günden sonra bu şakirde Kabza Talibi denilir. Padişah’ın kabza alması da usûlu dairesinde olmaktadır.
Bu suretle Küçük Kabza alan şakird üstadından atıcılığın tekniğini, nasıl idman yapılacağını ve bir atıcıda bulunması gereken ahlâki özellikleri öğrenmeye başlar. Büyük Kabza alıncaya kadar onunla çalışır. Tâlibin eline hemen sert menzil yayı verilmez, yumuşak yaylar ile başlanıp zamanla yayın kuvveti arttırılır. Daha sonra, okçunun ömrü boyunca bıkmadan sürdüreceği idman devresi başlar. Vücudunu atışta hazır tutabilmek için, her gün bir miktar idman yapması gereklidir. Hiç olmazsa her sabah, teberrüken 66 defa kepâde yayı çekmelidir. Henüz kepâde idmanı devresinde bulunan acemi okçuya da Kepâdekeş denirdi. Bu konuda okçular arasında bir atasözü çok tekrarlanırdı: “Sen oku bir gün bırakırsan, o seni on gün bırakır.” Bu süre içinde Küşekçe yayı ile Hava-gezi’ni torbaya atarak idman yapar. Ustası bu idmanları yeterli görünce, ok meydanına giderek Puta ve Menzil atışlarına da çalışır.

Büyük Kabza Alma Töreni :

Kendisine Küçük Kabza veren üstadıyla ok atmayı meşk eden atıcı, Heki okuyla 800 geze, Yeksüvar okuyla 850 geze ve Pişrev okuyla da 900 (594m) geze atabilecek duruma gelince, üstadının da iznini alarak meydan ihtiyarlarına gidip: “-Ihtiyarlar, duanız ve izniniz ile Müsahık isem 900 gez menzile talibim..” der. Ihtiyarlar atıcının hangi menzilde duracağını, yayının ağırlığının o menzilde atmaya uygun olup olmadığını, okçusunun ve yaycısının kimler olduğunu öğrendikten sonra, başka bir engel de bulunmuyorsa atışa müsaade ederler(103).
Menzil atmaya izin alan atıcının Ayak Yeri’nde iki, Hava Yeri’nde de üç olmak üzere, beş tanık bulundurması gerektiği için, bunları da hazırladıktan sonra, elverişli bir havada üstadını, yaycısını, okçusunu, tanıklarını, bütün tekke personelini ve o gün meydanda bulunan kemankeşler ile varsa konukları beraberine alarak şeyhin huzurunda toplanmak üzere meydana Meydan Sofası’na gelir. (104).
Şeyhin durduğu yere yakın yapılmış olan ehram’a talib oturtulur. Tekkenin vekilharcı, tören başlayınca talibi oturduğu ehramdan kaldırıp şeyhin önüne getirir. Şeyh talibe:
“Ayağa durdum ve mahallinden aşırı ok attım, menzil bozdum diye dava edersin. Ayak şahitlerin var mı?” diye sorar. Atıcı/Talip temenna ederek,
“Var”. diye karşılık verince, vekilharç, iki “Ayak taşı” şahidini şeyhin önüne getirir. Onlar da tanıklık yapınca, şeyh bu sefer tanıklık yapacak kemankeşlere:
“Bu talibi kabza, ayağını ayak yerine düz bastı mı?” der. Tanıklar da:
“Bastı”, karşılığını verince,
“Destar bozulduğunu gördünüz mü?”
“Gördük.”
“Böyle tanık mısınız?”
“Tanığız” diye karşılık verirler. Vekilharç daha sonra iki havacıyı çağırıp şeyhin önüne götürür. Şeyh onlara da:
“Mahallinden aşırı okunu kondurduk ve destar bozduk.”
“Böyle tanık mısınız?”
“Tanığız” diye karşılık verirler.
Şahitlerin bu şekilde tanıklık etmesiyle 900 gezden yukarı ok attığı belirlenince, kabza alacak atıcı şeyhin önünde yere diz çöker. Kabza kısmı yukarıya, çilesi yere gelecek şekilde önüne bir yay konulur. Talip, sağ elini yayın kabzasına koyup kaldırarak parmaklarının içe gelen kısmını öper.
Başka bir el öpme şekli de şöyledir: Diğer işlemler aynen yapıldıktan sonra, sol elinin parmak uçlarını kabzanın üzerine koyup, sağ elini de bu sol elinin üstüne (avuç içi avuç içine gelecek şekilde) koyarak iki eliyle yayı havaya kaldırır ve sol elinin üstünü öper. Sonra ayağa kalkıp şeyhin elini öpünce şeyh:
“Götürün üstadı kabza versin.”, der.
Vekilharç atıcıyı üstadının önüne götürür. Talip üstadının önünde diz çöküp elini öpünce üstadı, çırağının sol kulağını sağ eliyle tutarak öğüt verir ve şu duayı okur:
“Bismillahirrahmanirrahim Allahümme salli alâ seyyidinâ ve Nebiyyina Muhammedin ve âli nur-ı Muhammed Mustafa. Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed ve âli Haticetü’l kubra ve Fatımatü’l Zehra ve Imam Hasanü’l razi ve imamü’l Hüseyin el mazlumü’l şehid düşen Kerbelâ ve Imam Zeynelabidin, Muhammed el Bakır ve Imam Cafer el Sadık ve Imam Musa el Kâzım ve Imam Muhammedü’l Şafi ve Imam Hasanül askeri ve Imam Muhammed el Mehdi sahibü’l zaman ve kutbü’l devranü’l kayim el rıdvan Allahu Teâlâ aleyhim ecmain ve cümle bu tarıkda gelmiş ve geçmiş ehl-i kabza perverleri ihtiyarları ruhu içün ve mevcud olanların ervahı içün ve cümle şehidlerin ve gazilerin ruhu içün ve rical-i gayib içün ve düşmanların kahrı içün fatiha Ruy-i pak Resûlüllah’a salavat.

Bu duayı huşu içinde dinleyen talip, dua bittikten sonra ayağa kalkarak tekrar üstadının elini öper. Daha sonra orada bulunan bütün kemankeşlerin de elini öptükten sonra şeyh ile bitişik odaya girerler. Burada şeyh ona Kemankeş sırrını söyler ve Büyük Kabza Alma töreni de bu şekilde tamamlanmış olur.Okçuluk risâlelerinde, olur olmaz kişinin eline düşer diye, kemankeşlik sırrı açıklanmaz. Bu sır şöyledir: “Yayın kabzasına abdestsiz yapışmaya, onu nâehle, serkeşe teslîm ve tâlim etmeye ve eti yenmez kuşa ve sâir hayvana bilâ özür atmaya, gözü görmediği mahalle atmaya, atışa Besmele ve Salât ü Selâm ile başlana.” Fütüvvet, içine kapalı ve yarı gizli bir teşkilâttı. Taliplere aktarılan bazı öğütlerin, teşkilât dışı kişilerce duyulması ve bilinmesi istenmezdi. Kabza alma töreninde, üstâdın tâlibin kulağına fısıldadığı kemankeşlik sırrı da bu çeşit öğütlerdendir.

Meydan şeyhinden bu şekilde izin alan atıcının, en kısa zamanda taşını dikmesi kendisi için hayırlı olur. Çünkü hemen dikmezse hastalık, ölüm, görevle başka yere gitme gibi nedenlerle belki sonradan dikmeye imkân bulamaz. Böylece hem emeği boşa gitmiş ve hem de o menzilin baş taş’ı dikilmemiş olurdu. Kemankeş Mustafa bu konuda atıcılara şu öğüdü veriyor. “Şimdi ey kabza aşığı, malum olaki yarım gez okun baş taştan ziyade düştüyse cehd edüp hemen taş dikesin. Nice kimselere rast gelindi ki, bir zaman buraya dek ok atub taş dikmeyi ihmal eylemiş idi. Daha ziyade atayım, o zaman dikeyim derken bir bahane ortaya çıkıp ya sefere veya hastalık gibi. Bu arada nice müddet geçti idmanı elden gitti. Tekrar ol idmanı elde edemedi. Halbuki o zaman taşını dikmiş olsaydı, şimdi akranı arasında adın anılır eserin yaşamış olur ve taşını görenler falan kimsenin nişanıdır diye ruhuna rahmet okuyup dua ve hayır ile adın anılmış olurdu.”.

O günden sonra kemankeş sırrını alan atıcının adı, tekkenin Okçular Sicili defterine yazılır. Atıcının “defterli” olması demek, kemankeş olması/Ah-ı kabza demektir. Koluna Kolçak takabilir padişahlar huzurunda atış yapmaya hak kazanmış olurdu. Padişahların da kabza alma törenleri bu şekilde olurdu. Yalnız Padişahlar el öpmeyeceği için, Büyük oda (Meydan Sofası) da özel surette bir yer hazırlanır, padişah buraya oturarak töreni seyreder. Yerine de vekil ettiği kimse kabza alırdı. Kemankeş sırrını da şeyh efendi padişahın yanına giderek söylerdi

16. yüzyılın sonlarına kadar, kabza törenlerinde, üstâd tâlibin sol koluna iğreti yen veya kolçak takardı. Kolçak : Kabza verirken üstadın talibin sol bileğine taktığı meşin bağdır. Bilek siperinin kullanılmadığı dönemde, sol bileği ok çarpmasından korumak için kolçak kullanılırdı. Kolçak takmak, kökleri ahîliğe ve fütüvvet inancına kadar giden eski bir töredir. Bu âdet fütüvvete göre Hz. Hüseyin’den kalmadır. Ok atarken koluna çarpardı. Bunu gören Ebû Vakkas, “Bir yen olsa iyi olur” dedi ve bunu yaptırdı. Hem ona, hem kendi koluna takdı. Buna iğreti yen de denir . Üstaddan büyük kabza almak demektir .

Pir tutmak, yen(kolçak) giymek ve şed kuşanmak gibi âdetler, eski fütüvvet inancının Ok Meydanı törenlerinde devam ettiğini göstermektedir. Gençlerden kurulan ve tarihi 12. Yüzyıldan daha önceye uzanan Fütüvvet yolu ve teşkilâtı, Ahîlik adı ile 14. ve 15.yüzyıllarda Anadolu’da da devam etmiştir. 14.yüzyılda Anadolu’yu gezen Ibn-i Batu’da, birçok illerde rastladığı bu teşkilâtı uzun boylu anlatır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda bu teşkilâtın rolü olduğu, Sultan I. Osman’ın ve Ankara’yı Ahîlerden teslim alan (1361) Sultan I. Murad’ın bu teşkilâta girdikleri bilinmektedir .

Bir ahlâk ve dayanışma yolu olan Fütüvvet’e girebilmek için, tâlibin şeyhü’l-fütüvve’den şed kuşanması ve kendi mesleği ile ilgili sembolik bir nesneyi alıp öpmesi gerekirdi. Bunun için düzenlenen törenin, kabza alma töreni ile yakın benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Duâlar hemen hemen aynıdır. Vekilharç görevindeki nakîb, tâlibe burada da refakat etmekte, şeyh tâlibin mesleği ile ilgili nesneyi verirken ve nasihât ederken aynı sembolik davranışlarda bulunmaktadır.

Kabza talibi abdest alarak hangi menzilde alacak ise, o menzilin “Ayak taşı”na “Bismillâhirrahmanirrahim” diyerek basar. Havacılar hava yerine giderler. Ayak yeri’nde bulunacak tanıklardan birisi kabza talibinin sağında, diğeri solunda durur. Atıcı kurulmuş yayı yaycısından ve oku da okçusundan alıp tekrar “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek yayını çeker ve “Ya Hakk” sedasıyla okunu atar. Atılan ok yukarıda da belirtildiği gibi, pişrev ise 900 gezden, Yeksüvar ise 850 gezden ve haki ise 800 gezden aşağı düşmemesi gerekir.
Kurallara göre atmış ve gereken menzilden ileri oku düşmüş ise, havacılar sarıklarını havaya atarak işaret verirler. Buna “Destar bozdu” denilir. Atıcı Ayak taşı’na da doğru basmış ise, hep beraber okun düştüğü yere giderler.

Ok Atışlarındaki Ritüeller/Törenler :

Menzil atma durumuna gelen bir atıcı, hangi menzilde ok atmak ve taş dikmek istediğini, meydan ihtiyarlarına giderek: “Dileğimiz hikmetiniz ile ok atmaktır. Filân menzilde ok atmamama ne dersiniz? İzniniz var mı? diye sorar. İhtiyarlar durumu inceleyip istediği menzilde ok atmasına izin verir veya başka tavsiyelerde bulunur .

Kanunnâme-i Rımat’a göre, üç boyda menzil yarışması yapılıyordu. Bu üç boyun isimleri ve katılacak olanlarda aranılan şartlar şöyleydi.

Aşağı Koşu:Bu boya 900 geze kadar atabilenler ve ihtiyarlar katılır. En yaşlı atıcının çektiği bir yay ile bütün atıcılar beşer ezmayiş oku atarlar. Beşer ok atılmasının nedeni; İslamın şartının beş olması, beş büyük peygamberin (Hz. Nuh, Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa, ve Hz. Muhammed) olması ve günde beş vakit namaz kılınması gibi İslam geleneğinde yer alan değerlerden kaynaklanmaktadır.

Doküzyüzcüler koşusu: Bu boya Orta koşu da denilir. 900 gez ve yukarısına atanların koşusudur. Yedi’şer heki oku atarlar. Yarışma eğer padişahın huzurunda yapılıyorsa pişrev oku atılır. Yedi ok atılmasının nedeni; yedi yıldızda, yedi gökten, yedi yerden, yedi azadan, Kâbe’nin yedi kez tavafından, Safâ ile Merve arasında yedi kez seyirtmeken ve İsmail’in şeytana yedi taş atmasından ve İslamda mistik hiyerarşi’nin yedi dereceli olmasındandır.

Binciler koşusu: Bu boya Baş koşusu da denilir. 1000 gez ve yukarı atanların koşusudur. Dokuz’ar pişrev oku atarlar.

Binyüzcüler koşusu: Bu boy, en büyük koşudur. 1100 gez ve yukarı atanların koşusudur. 11’er pişrev oku atarlar.

Atışlar genelde ikindi namazını kıldıktan sonra duâ ve senâ ile başlardı. Atışın yapılacağı ayak yeri’nde iki ve okun düşeceği hava yeri’nde de meydan ihtiyarlarından üç şahit (birisi baş taş’ın sağında, biri solunda ve üçüncüsü de ilerisinde durarak oku gözetlerler.), okçusu yaycısı ve o menzilde daha önce taş dikmiş bir atıcı yerini alırdı. Duâcı ortaya çıkar, gerekli duâları okur ve salâvat ederler, oradakiler de Amin derlerdi. Sonra menzil tâliplerinden en kıdemlisi kalkıp ayak yerine gelir. Atıcı oradaki cümle kemankeşlerden icâzet ve himmet talep ederek: “Safâ nazarınız bizimle olsun. İzniniz olursa gaza niyyetine ok atıp menzil almak dilerim” der. Etrafında bulunanlar kendisine: “Nola, koluna kuvvet pehlivan / kuvvet birle küşâd olsun.” diye cevab verince atışlar başlardı. Kemankeş/atıcı Bismillah diyerek şu duayı okur: “Billahi tevekkeltü alellahi velâ ahede sivâhü” ve “Niyyet-i gazâ! Ya Hakk! nidasıyla okunu atar. Her kemankeş, sırasıyla, kararlaştırılan sayıda ok atardı. Bu sayının üç, beş, yedi, dokuz veya on bir olması gerekirdi. Bu tür atışlarda 900’cüler beş, 1000’ciler yedi ve 1100’cüler de 11’er ok atarlardı.

Kurallara göre atmış ve gereken menzilden ileri oku düşmüş ise, havacılar sarıklarını-dülbentlerini havada sallayarak, atarak işaret verirler. Buna, Destar bozdu denilir. Destar bozulunca , baş taş geçilmiş sayılırdı. Atıcı Ayak taşına da doğru basmış ise, ayak yerinde bulunanlar hep beraber okun düştüğü yere gidilir. Ok salkı düşmemiş ise geçerli sayılarak, Alin-i erkân ile saplandığı yerden törenle meydan ihtiyarlarından birisi veya atıcının yakını tarafından, çıkarılır .

Okun Yerden Çıkarılma Töreni:

Atılan ok bir rekor kırmışsa, üstatlar kavlince şast ve kabzadan geçmiş ise; okun yanında toplananların hepsi birden yüksek sesle, Allah’ın azametini ululamak için:“Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilâhe illâllah” diye tekbir getirirler. Fütüvvet geleneğinde çâr-pir (Adem, Nuh, Ibrahim, Hz. Muhammed Peygamberler)’e atfedilirken, çâr-tekbîr ise (Rıza, Fenâ, Safâ, Vefâ)’ya tekabül eder. Atıcının üstadı veya orada bulunan meydan ihtiyarlarından birisi, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in, sahabelerine ve Sa’d bin Ebu Vakkas hazretlerinin ruhları ile, ok meydanlarından yetişip de ölmüş bütün atıcıların ruhları için dua ile salat (Fatiha-i şerif ve üç ihlâs-ı şerif okunur) ve selâm edilerek hediye edilir. Daha sonra üç defa tekbir alınarak “Allâhü ekber, lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber, Allâhü ekber ve lillâhil hamd” diyerek, oku yapan usta, yoksa atıcı tarafından ok yerinden çıkarılır. Çıkarılan ok atıcısına verilir. Bulunanlar birbirleriyle kucaklaşır (musafaha) yaparlar. Düştüğü yer belli olsun diye oraya bir işaret/nişan konulur veya taş yığılır. Rekorun baş taşın kaç gez ileri düştüğü ölçülüp hep birlikte meydan şeyhinin yanına gidilerek durum anlatılır ve atıcı taşının dikilmesi için izin ister. Tekkede yapılacak izin verme töreni için bir gün beklenir. O gün, menzili bozarak sicile yazılmağa ve Kemankeş unvânını almaya hak kazanan atıcı, masrafı kendisi tarafından yapılarak tekkede öğlenleyin, kabza töreninin şükranesi için bir ziyafet verir/sofra çekilir. Fütüvvette de “şükrane sofrası”nı bir makamdan diğerine yükselen fütüvvet ehli çektiğinden, kabza almadaki ziyafet fütüvvetteki ziyafetle birbirlerini bütünlemektedirler. Ziyafete bütün atıcıları ve kendisine maddî ve manevî yardımda bulunan devlet büyüklerini davet eder. Meydanda yemek yenilirken Sahib-i menzil olanların eskisi, yenisinden önce olmak suretiyle Şeyhin sağ tarafına ve Talib-i menzil ile Müstehak-ı menzil olan atıcılarda, Şeyhin sol tarafına eskisi yenisinden önce olmak üzere (eskilik derecelerine göre/yollu yolunca) oturur. Atıcılar Kanunnamesi’nin 9’uncu bölümü Tekke’nin Taâmiyyesi Beyanındadır başlığıyla, tekkede Pazartesi ve Perşembe günleri atıcılara verilen yemekteki sofra düzeni anlatılırken bu hiyerarşiye yer verilmiştir. Yemekten sonra da Hamd edilir. Şeyh sofra duası yaptırır ve sonra Büyük Kabza Alma töreni yapılır.

Bir törende birden fazla tâlibe kabza verildiği de olurdu. Bunun nedeni, talibe fazla masraf yüklememek içindir. Kabza alan tâlibin ziyâfet çekmesi, hiç olmazsa bir koyun pişirtip dağıtması gerekirdi. Bu yüzden kabza töreni, yüksek rütbeli veya zengin bir kişinin verdiği ziyafete rastlatılırdı. Ayrıca, Sultanların, vezirlerin veya saray erkânının kabza alma, yahut taş diktirme ziyafetlerinde, birçok tâlibin kabza aldığı bilinmektedir. Bu sayı bâzen 50’yi bulmaktadır.

Menzil alan kemankeş, bir yandan taşçıya menzil taşını yaptırırken, diğer yandan ziyâfet hazırlıklarıyla uğraşırdı. Ziyafetle taş diktirmek âdetti. Menzil taşı diktirecek talip, Şeyhi, ihtiyârları, üstadı ve itibarlı kemankeşleri kendi dâvet eder, diğerlerini havacılara ve dümende ki iki tâlibe davet ettirirdi. Ziyafet, rekor sahibinin maddî imkânları ölçüsünde tutulurdu. Masraf, 17.yüzyıl başında yaklaşık 1000 akçeyi buluyordu. Bazen okçuluğa meraklı padişah, vezir veya paşalar da masrafı üzerine alırdı. O zaman ziyafete, kabza törenleri ve ok koşuları da eklenir, büyük bir şenlik havası verilirdi. Ziyâfette herkes “yerli yerince” oturur, sonunda meydan şeyhine, üstada, vekilharca, yaycı ve okçuya, havacılara ve şahitlik yapacak kişilere hediyeler dağıtılırdı. Sonra birlikte menzil yerine gidilir; kemankeşler çepeçevre, sağda menzil sahipleri solda talibler otururlar; Şeyhin sorgusuyla menzil taşı diktirme merâsimine geçilirdi.

Menzil Taşı Dikme Töreni:

Okun düştüğü yer daha önce işaret edilen yerde toplandıktan sonra, Şeyh: “Bu menzili sen mi attın ?” diye sorar. Kemankeş: “Allah’ın izniyle ben attım.” derdi. Bunun üzerine önceki menzilin sâhibi veya oradaki birkaç kemankeş usulen (eğer bir hatâ varsa gerçekten) itiraz ederlerdi. O zaman, çağrılan iki ayak ve iki hava şâhidi dinlenirdi. Ayak şahitleri: “Oku yolunca attı, sarık bozulduğun gördük.”, hava şahitleri ise: “oku buraya düştü, konduğunu gördük.” derlerdi. İtirazcılar bu defa şahitler için şahadet isterlerdi. Orada hazır bulunanlar, dört şahidin de sözlerinin doğruluğuna ve garazsız kişiler olduğuna şahitlik ederlerdi. Sonra dualar okunur, bir ihtiyâr kalkıp okun düştüğü çakıl yığılı yer çevresine bir daire çizer, burası kazılır, tekbîrlerle taş diktirilir ve bir Fatiha ile tören son bulurdu.

- Kaynak : http://www.ozturkler.com/tr/index.php?deger=view&cat=23&scat=25&id=706

3 yorum:

Unknown dedi ki...

Rıdvan Hocam,
gercekten okadar guzel bir web sayfası hazırlamıssınızkı okudukca okuyası geliyor ınsanın.Verdiginiz bilgilerin cok yonlu bir arastırma sonucu olustugu belli oluyor.Okculuga cocuklugundan beri merakı olan ancak simdilerde baslama fırsatı bulmaya calısan biri olarak sizi kutluyorum.Umarım bır gun tanısmak nasıp olur.saygılarımla
Vet.Dr.Serkan Vural

Unknown dedi ki...

Rıdvan Hocam,
gercekten okadar guzel bir web sayfası hazırlamıssınızkı okudukca okuyası geliyor ınsanın.Verdiginiz bilgilerin cok yonlu bir arastırma sonucu olustugu belli oluyor.Okculuga cocuklugundan beri merakı olan ancak simdilerde baslama fırsatı bulmaya calısan biri olarak sizi kutluyorum.Umarım bır gun tanısmak nasıp olur.saygılarımla
Vet.Dr.Serkan Vural

Rıdvan Uzuntaş ; dedi ki...

Teşekkür ederim, sizlere faydalı olabildiysem bana yeter.

ARŞİV ( Aradıklarınızı Bulun )

Okçuluk ve Fatih

Rekor Kırdı, Hayatını Kurtardı :
Özbay Güven, Osmanlı Devleti'nin sporcuyu anında ödüllendirdiğini de belirtiyor. "Osmanlı sporcuyu hem korur, hem de anında mükafatlandırırdı. Osmanlı'nın sporcuya değer vermesini size bir örnekle anlatayım. Solak Sinan Subaşı, Fatih Devri'nin en büyük kemankeşlerinden birisiydi. Okmeydanı'nda da 1200 gezin üzerinde iki rekoru vardı. Sinan Subaşı, Silifke Kalesi'nin komutanıyken Karamanoğulları kaleyi ele geçirince Fatih öldürülmesi için ferman verdi. Fakat o sıralarda Sinan Subaşı rekorlar kırdığı için padişah kendisini affederek 'Kanını menziline öndül (ödül) koydum' dedi".

Fatih'in Oku :
Ayasofya'ya girdikten sonra Fatih , bir ok çekip '' alametim olsun '' diyerek Ayasofya kubbesinin ta ortasına attı.Bu okun yeri halen görülmektedir.
( Evliya Çelebi Seyehatnamesi 1.Cilt Syf:76,Çeviren : Mehmet ZILLİOĞLU )
- Okçuluk antrenmanları; mutlaka bir antrenör eşliğinde ,emniyet tedbirleri alınmış güvenli bir alanda ve kimseye zarar vermiyecek bir şekilde, yapılmalıdır.
KENDİNİZE DEĞER VERİN : A K R A F M C A N L I Y A Y I N

Okçuluk Bir Ata Sporudur

Okçuluk insanlığın varoluşuyla birlikte doğmuştur.Türkler ok ve yayı hem sanatsal hem de teknolojik açıdan ele alıp günümüze kadar getirmişlerdir.Osmanlı'larda okçuluk zirveye çıkmış ; top menzilinin 600 m. olduğu zamanlarda osmanlı okları 800 m.yi geçiyordu. Devamı...>>

Hakkımda

Fotoğrafım
KOCAELİ, İzmit, Türkiye
1968 doğumluyum.Beş yaşından beri ok atıyorum, 1981 yılında 13 yaşımda lisanslı olarak resmi anlamda okçuluk sporuna başladım.1987 yılından itibaren okçuluk antrenörlüğü yapıyorum.Milli Takım Antrenörlüğü yaptım; on tane antrenör, iki bölge antrenörü ve bir milli takım antrenörü ayrıca bir çok milli sporcu yetiştirdim.Sporcularım rekorlar kırıp, sayısız şampiyonluklar kazandı.İktisat fakültesi mezunuyum.1990 yılından itibaren kadrolu okçuluk antrenörü olarak görev yapmaktayım.1991 yılından bu yana da Türk-Osmanlı Okçuluk Tarihi ve olimpik bir spor dalı olan günümüzdeki Okçuluk Sporu hakkında araştırma yapmaktayım. Okçuluk Türklerin ilk ata sporudur ve ben de okçuluk sporunu çok seviyorum,okçuluğun yayılıp gelişmesi için çalışıyorum, bu nedenle Türk okçuluğunu hakkettiği yere getirmek için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. -He was born in 1968 -Turkey.He has begun archery in 1981. Since 1987 he has been archery trainer. He has worked as Turkish National Team Trainer; educated many archers and already continue to this nice and hard job; studied Economy. He was born to be an archer ; try his best to develop archery in Turkey and World.

Beğendiğim Kitap : Zen ve Okçuluk


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

free counters